Kategori: Varoluşçuluk

  • Yeraltından Notlar

    Yazar: Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

    Bu kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde, anlatıcı kendi dünyasını, düşüncelerini ve insanlarla olan çatışmasını anlatıyor.

    Ben hasta bir adamım. Kötü bir adamım.

    diyerek başlıyor ve aslından sürekli kendi içinde çelişen bir karakter olduğunu gösteriyor. En çok dikkatimi çeken şey, insanın her zaman mantıklı yada çıkarcı davranmadığını, bazen sadece iradesini kanıtlamak için kendisine zarar verebileceğini söylemesi oldu.

    İnsan sadece kendi çıkarını düşünseydi, bazen kendisine zarar veren şeyleri bile isterdi.

    Bu söz özgür iradenin aslında ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor.

    İkinci ölümde anlatıcının geçmişinden bazı olaylar anlatılıyor. Eski okul arkadaşlarıyla buluşuyorlar ama onlardan nefret ediyor, onlardan intikam almak istiyor ama bir yandan da onlarla olmak istiyor.

    Kendini küçük düşürülmüş gibi hissediyor. Sonra bir genelevde Liza adından bir kadınla tanışıyor.

    O’na uzun uzun hayat dersi veriyor ama aslında kendiside kaybılmuş biri. En sonunda, Liza’nın kendisini aciz biri olarak gördüğünü fark edince büyük bir yıkım yaşıyor. ve sonunda “Beni yalnız bırakın!” diyerek her şeyden kaçıyır.

    Bu kitap bana insanın iç dünyasının ne kadar karmaşık olduğunu gösterdi. Kendi içinde çelişen, bazen istemediği halde başkalarına zarar veren bir karakter çiziyor.

    Kierkegaard’ın varoluşçu düşünceleriyle benzerlik kurdum. Özellikle “insanın özgürlüğü kaygıya neden olur” fikri bu kitapta çok belirgin. Yeraltı adamı özgür ama bu özgürlüğüyle ne yapacağını bilmiyor.

    “Hiçbirşey yapmamakta bazen en büyük eylemdir”, derken tam da bunu anlatıyor bence. Kierkegaard’ın bahsettiği gibi, insanlar bazen kendi varoluşları karşısında çaresiz hissediyor.

    Genel olarak kitap bana insanın kendisiyle savaşını anlattı. “Mutluluk akılda mı yoksa özgür iradede mi?” sorusunu sorduruyor ama net bir cevap vermiyor.

  • Kaygı Kavramı

    Kaygı Kavramı

    Ereksel: Felsefi bir terim. Amaçla ilgili veya amacı olan anlamına gelir.

    İnancın nesnesi doğru olmayabilir ama kişinin o inanca sahip olduğu yanlışlanabilir nitelikte değildir. Yani inanılan şey doğru / yanlış veya hayal / gerçek olabilir fakat kişinin o inanca sahip olup olmadığını bilemezsin ve dolayısıyla yanlışlayamazsın.

    Tanrım, Tanrım!, diyen herkese gökyüzü krallığının kapısı açılmaz.

    Pium Desiderium: Dindarca bir arzu.

    Skeptik: Kuşkucu

    “Karşılıklı konuşmanın sırrı, konuşulan şeyin kişinin lendi malı olmasında yatar” => Vaaz verme Sokrates’in vaadettiği bir sanattır. Hemde sanatların en zorudur; bu karşılıklı konuşabilme sanatıdır.

    Sokrates’in, sofistlerde1 eleştirdiği nokta, onların konuşma yapmayı bildiği halde, nasıl karşılıklı konuşulacağını bilmiyor olmalarıydı. Sofistler her konuda uzun süre konuşabiliyor ama konuşmayı kendilerine mal etmiyorlardı. Karşılıklı konuşmanın sırrı, konuşulan şeyin kişinin kendi malı olmasında yatar.

    Mevrus: Mirasçı olmak.

    Mevrus Günah: İnsanların doğumundan itibaren, dünyaya günahkar olarak geldiğini iddia eden Hristiyan dogması2. Adem’in cennetten kovulma nedeni olarakta bilinir.

    Peccatum Originale: İlk Günah

    Drakon: M.Ö. 7 yy. Atina’lı yasa koyucudur. Yazdığı katı ceza hukuku ile bilinir.

    Belirli bir birey türün dışında kalırsa, reddedilişi türde bir değişikliğe yol açar. Bununla birlikte türünün dışında kalan bir hayvan olursa, türün kendisi hiçbir şekilde etkilenmez.

    Adem, insan türünden varoluşsal olarak farklı değildir, çünkü böyle olsaydı tür diye birşey olmayacaktı. Bu türün kendiside değildir, çünkü bu durumda da ortada tür kalmayacaktı. O kendi ve insan türünün kendisidir. Adem’i açıklayan herşey insan türünüde açıklayacaktır. İnsan türünü açıklayan herşey de Adem’i.

    Günah, yeryüzüne bir günah ile inmiştir.

    Günahkarlık, günahtan önce Adem’e yüklenmiş bir özellik ise Adem’in günah işlemesi bekleniyordu demektir. Eğer günahın işlenmesi sonucunda günahkarlık kavramı oluşmuşsa; günah, günahkarlıktan önce de vardır demek.

    1 – Günahkarlık Adem’e Başlangıçtan Yüklenmişse:

    Eğer günahkarlık Adem’in doğasında zaten mevcut bir özellik ise, bu durumda Adem’in günah işlemesi kaçınılmaz olurdu. Bu, insanın özgür iradesine aykırı bir durum yaratır çünkü bu senaryoda Adem’in seçim yapma şansı yoktur; o zaten günah işlemeye programlanmış gibidir.

    Böyle bir durumda şu soru ortaya çıkar: Eğer Adem günah işlemeye eğilimli yaratıldıysa, bu eyleminden ne kadar sorumlu tutulabilir? Bu, Tanrı’nın adaleti ve insanın özgür iradesi kavramlarını da sorguya açar.

    2- Günah, Günahkarlıktan Önce Geldiyse

    Eğer Adem, günah işlemeyi seçtikten sonra günahkarlık onun doğasına dahil olduysa, bu durumda günahkarlık, günahın bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu anlayış, insanın doğuştan masum olduğunu ve sadece seçimlerinin onu günahkar yaptığı savunulur.

    Ancak bu senaryoda şu sorunu doğurur: Günah eylemi nasıl var olabilir, eğer Adem’in doğasında günah işlemeye yönelik bir eğilim yada potansiyel yoksa?

    Günah eyleminin işlenmesi için, günahkarlık fikrinin bir ön koşul olarak var olması gerektiği savunulabilir.

    Felsefi Sonuçlar

    Eğer Adem’in günahı kaçınılmaz ise insanın özgür iradesi sorgulanır.

    Eğer günah, günahkarlıktan önce geldiyse, insan doğasının başlangıçta masum olduğu ve günahın bir seçimle insanlık tarihine dahil olduğu savunulur.

    Hiçlik, kaygıyı doğurur. Hayatta hiçbirşeyin mutlak bir anlamı veya temeli yoksa, bu belirsizilk endişeye neden olabilir. Bu konu varoluşçuluk felsefesinin temel meselelerinden biridir. Konunun uzmanları ise Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre‘dir.

    Adem ile Havva’dan sadece birisi elmayı yeseydi ne olurdu?

    Elmayı yiyen Dünya’ya gönderilirken, diğeri cennette mi yaşardı? Peki her ikisi içinde birer yeni eş mi yaratılırdı? Yada elmayı yemeyen kişi diğerini desteklemek için, romantik aşk filmlerindeki gibi , o da elmayı yermiydi? Elmayı yemek bireysel bir günaha mı yoksa toplumsal bir günaha mı sebep veriyordu?

    Kaygıyı hiçbir zaman tecrübe etmemiş insanlar için şu söylenebilir: Adem de salt hayvan olduğu durumda kaygıyı hiç hissetmemişti.

    İnsan, birinin suçluluğuyla ancak kendi kaygısı aracılığıyla karşılaşır. Suçluluk sadece birinin kötü birşey yapmasıyla değil, bizim onu nasıl deneyimlediğimiz ve içsel olarak nasıl anlamlandırdığımızla ilgilidir.

    Akıl hastanesindeki hekim hiçbir zaman yanılmayacağına , bir parça bilgisiyle herşeyin üsteisinden gelebileceğine inanıyorsa, delilerden daha akıllı olsa da gene de aptalın tekidir; pe kimseyi iyileştiremeyeceği de kesindir.

    Akıl ve bilgi tek başına yeterli değildir; insanın yanılabileceğini kabul etmesi, ihtiyaç duyduğu yeni bilgileri öğrenmeye açık olması gerekir. Aksi halde, kendini aşan bir dar görüşlülüğe düşer ve başkalarına da gerçek anlamda yardım edemez.

    Açıklık ve alçakgönüllülük, kişinin bildiğini düşündüğü herşeyin ötesinde bir şeyler olabileceğini ve bilgisi ne kadar derinleşirse derinleşsin, her zaman öğrenecek yeni bir şeyler olduğunu kabul etmesi gerekir. Bilmeme hali aslında bilgiyi arama noktasına getiren bir farkındalıktır.

    Bilmiyorum diyebilmek, öğrenmeye açık olmak ve bilmediğini kabul edebilmek, aslında gerçek bilgiye giden yolun başlandıcıdır. Aksi halde, kişi herşeyi bildiğine inanıyorsa, bilgiyi kaybetme veya yanılma riski çok yüksektir. Çünkü öğrenme sürecini durdurmuş olur.

    Bir insan, herşeyi bildiğine inanıyorsa, bunun bir kendi kendini kandırma olduğunu anlaması için genellikle dışarıdan bir geri bildirim veya zor bir deneyim gerekebilir.

    “Fazla mütevazilik vasat insandan nasihat dinletir” derler. Bir kişi bilmiyorum derse sömürülebilir. Bu durumda, kişiyi bilmediğini kabul etmeye yönlendiren bir içsel dürtü olsa da , bu tür dışsal etkenlerden korunabilmek için kişinin bilgiyi ararken sağ duyulu olması, karşısındakinin niyetlerini dikkatlice değerlendirmesi gerekir. Aksi takdirde, alçakgönüllü bir şekilde bilgi arayan bir kişi, manipülasyon veya sömürülme riskiyle karşılaşabilir. Bu da, dışsal çıkarlar ve bencillik ile ahlak arasında bir çatışmaya yol açabilir.

    Notarialiter: Bir iş için insanın “ehil” olması.

    Öznel Kaygı: İşlediği günahın sonunu olarak bireyde vaz edilen kaygıdır. Öznel kaydı, bireyin masumiyet durumunda bulunan kaygıyı imler ve Adem’in kaygısına karşılık gelir.

    Kaygı Nedir?

    Kaygı, genel olarak belirsizlikten veya tehdit algısından kaynaklanan huzursuzluk duygusu olarak tanımlanabilir. Korkudan farklıdır. Çünkü korku somut bir tehlikeye karşı hissedilirken, kaygı genellikle belirsiz, muğlak veya geleceğe yönelik bir tehdide karşı oluşur.

    Güzellik, beden ile ruhun birliğidir.

    Günah için duyulan kaygı, günah üretir. Yani günah fikrinin bile insanı günaha sürükleyebileceğini söylüyor. Adem ve Yasak Meyve örneği:

    • Adem, yasak meyveyi yemeden önce aslında tam olarak ne olduğunu bilmiyor.
    • Ama yasak olduğu bilgisi onda bir kaygı yarattı.
    • Bu kaygı, meraka ve yasak olanı deneme arzusuna dönüştü.
    • Sonuç olarak, yasak meyveyi yedi ve günah işledi.

    Çocukların çoğu ne iyi ne de kötüdür. Ama hayr eşliğinde iyi, şer eşliğinde kötü olurlar.

    Paradoksal Kurbağa: Güney Amerika’da yaşayan ilginç bir amfibi türü. En dikkat çekici özelliği, metamorfoz sürecinde boyutunun küçülmesidir. Yani yavru hali (25cm) yetişkin halinden (5cm) daha büyüktür.

    Artık mükemmelliğe konforlu bir demiryolu şirketi aracılığıyla ulaşılıyor. İnsan nereye gittiğini bilmeden o yere varıyor.

    Kaygı, “kötü”ye ilişkin olduğunda kişi Kurtarıcıya sarılır. Özgürlüğün içeriği doğruluktur; doğruluk insanı özgür kılar.

    Nedamet: Pişmanlık

    Us: Akıl

    Nadim: Yaptığı bir davranıştan dolayı pişman olan.

    Demonik: Şeytani

    1. M.Ö. 5 YY da para karşılığında felsefe öğreten gezgin felsefeciler. ↩︎
    2. Doğruluğu deneyden geçirilmeden, sınanmadan kabul edilen, olduğu gibi benimsenen ve bir öğretinin yada ülkünün dayanağı yapılan sav. Bir felsefe okulunca benimsenen ve doğru diye öne sürülen öğreti. ↩︎
  • Soren Kierkegaard

    Soren Kierkegaard

    5 Mayıs 1813 de doğdu 11 Kasım 1855 de öldü. Danimarka’lı filozof ve teolog.

    Felsefesi: Kierkegaard, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. İnsan özgürlüğü, bireysel seçimler ve bu seçimlerin getirdiği sorumluluk üzerinde yoğunlaşmıştır.

    Yaşamı: Hristiyan bir ailede doğdu. Babası çok dindar bir adamdı ve bu durum Kierkegaard’ın dini görüşlerini oldukça etkiledi. Hayatı boyunca kendini yalnız hissetti ve yoğun bir içsel sorgulama süreci yaşadı.

    Temel Düşünceleri:

    1. Birey ve Özgürlük: Her insanın kendine özgü bir hayatı yaşaması gerektiği ve bireyin sorumluluk alarak kendi anlamını yaratması gerektiğini savunur.
    2. İnanç ve Şüphe: Ona göre gerçek inanç, şüpheyle yüzleşip onu aşmayı gerektirir. İman sıçraması (Leap of Faith) kavramıyla tanınır.
    3. Estetik, Etik, Dini Yaşam: İnsan hayatını üç aşamada ele alır;
      • Estetik (Zevk ve haz odaklı yaşam)
      • Etik (Sorumluluk bilinciyle yaşama)
      • Dini (İman ve Tanrı’ya adanmışlık)

    Eserleri:

    1. Korku ve Titreme
    2. Ya / Yada
    3. Ölümcül Hastalık: Umutsuzluk

    gibi eserleriyle felsefe ve teolojiye büyük katkılar yapmıştır.

    Ölümü: 1855 yılında 42 yaşında öldü. Hayatı boyunca yalnız ve maddi sıkıntılar içinde yaşadı ama düşünceleri çağlar boyunca etkili oldu.