Bu kitabı okumak benim için kolay olmadı. Aşağıda, okurken aldığım notları ve zihnimde uyanan düşünceleri paylaşıyorum.
“Ben sadaka vermem. O kadar fakir değilim”
“Ne önemi var ki aklımın? Bir aslanın yiyeceğini araması gibi arıyor mu ki bilgiyi?”
“Severim tanrısını sevdiği için tanrısını yerden yere vuranı. Çünkü tanrısının öfkesi mahvedecektir onu.”
Tanrı’yı gerçekten seven biri, onu sorgulamaktan, eleştirmekten ya da onunla hesaplaşmaktan korkmaz. Çünkü hakiki sevgi, mutlak itaati değil, gerçeğin peşinden gitmeyi gerektirir.
- Gerçek inanç, eleştirmeyi de gerektirir
- Sorgulamayan, sadece körü körüne tapan biri, Tanrı’yı gerçekten sevmez; ona korkudan veya alışkanlıktan dolayı bağlıdır.
- Ama Tanrı’yı gerçekten seven biri, gerektiğinde onu bile eleştirir ve onunla hesaplaşır.
- Tanrı’yı sorgulamak inancı daha güçlü hale getirebilir.
- Nietzsche burada, peygamber ve mistik düşünürlerin bile zaman zaman Tanrı ile hesaplaştığını hatırlatıyor.
- Örneğin; İbrahim’in Tanrı ile pazarlık etmesi, Eyüp’ün isyanı, İsa’nın “Tanrım beni neden terk ettin?” demesi gibi.
- Tanrı’nın öfkesi, O’na gerçekten inananı yok eder.
- “Tanrı’nın öfkesi mahvedecektir onu” kısmı ironiktir.
- Gerçekten inanan ve Tanrı’yı seven kişi, ona isyan ettiği için büyük bir çöküş yaşayacaktır. Ama bu çöküş, aslında eski inancının yıkılması ve yerine daha güçlü bir bilinç inça ermesi anlamına gelir.
Dans eden bir yıldız doğurabilmek için hala kaos olmalı insanın içinde.
Üç Dönüşüm Üzerine
Tinin (ruhun) üç dönüşümü kavramının ilk aşaması devedir.
Deve Aşaması
İnsanın toplumun, ahlakın, otoritenin ve geleneklerin yükünü taşıdığı aşamadır. Deve itaatkar ve güçlüdür, çünkü ağır sorumlulukları ve beklentileri sırtına alır. Görev bilinciyle hareket eder, acıya katlanır, fedakarlık yapar ve bunu bir erdem sayar.
Deve gibi olan kişi, toplumun ve dinin ona biçtiği ahlaki, kültürel, dini yükümlülükleri sorgusuz sualsiz kabul eder. Gururla ağır yükler taşır, hatta daha fazlasını ister.
Nedir en ağır olan, ey kahramanalar! Alayım sırtımada kıvanayım gücümle.
Ancak bu aşama, özgürlüğün başlangıcı değildir. Çünkü deve hala dışarıdan gelen otoritelere boyun eğmektedir. Sadece yük taşımakla, kendi yolunu çizmeye başlamamıştır.
Aslan Aşaması
Deve aşaması bir noktada yetersiz kalır. Çünkü kişi artık özgür olmak ister. İşte bu noktada aslan devreye girer. Aslan otoriteye başkaldıran, kendi yolunu çizmek isteyen bir ruhtur. Deve her yükü taşırken, aslan “HAYIR” diyerek zincirleri kırmaya çalışır.
Son Aşama: Çocuk
Ama aslanda yeterli değildir. Çünkü aslan sadece yıkar ve reddeder. Ama henüz yaratıcı değildir. Gerçek özgürlüğe ulaşan tin, çocuk aşamasına ulaşır. Çocuk herşeye yeniden başlama, kendi değerlerini yaratma ve “EVET” diyebilme gücünü bulandır. Çocuk yaratıcı, masım ve özgürdür.
Yani bu dönüşüm, insanın itaatkarlıktan (deve), isyana (aslan) ve sonunda özgürlüğü (çocuk) geçişini anlatır.
Aslan aşamasına geçen biri dinsiz mi olur? Aslan aşamasına geçen biri otomatikman dinsiz olmaz ama artık dini veya herhangi bir inancı sorgusuz kabul eden biride değildir.
Dindar birisi aslan aşamasında ne yapar?
- Eski inançlarını sorgular:
- Buna gerçekten ben mi inanıyorum yoksa bana mı öğretildi?
- Bu kuralların kaynağı ne? Gerçekten bana uygun mu?
- Dindar olamamın sebebi korku mu, alışkanlık mı yoksa gerçekten içten gelen bir şey mi?
- Dayatılan dini kurallara başkaldırabilir:
- Zorunlu ibadet anlayışına “Hayır” diyebilir.
- Kendi vicdanıyla çelişen dini dogmalara “Hayır” diyebilir.
- Toplumun “şöyle inanmalısın, böyle yapmalısın” baskısına karşı çıkabilir.
Sorgulama süreci sonunda kişi hala inanınyorsa ama artık dogmatik değilse, bu kişi kendi bilinçli inancını yaratmış olur. Eğer sorgulama süreci onu dinden uzaklaştırdıysa, bu da onun kendi yoludur.
Bu aşamada dinden çıkarda olur çıkmayanda. Burada ki temek fark, aslanın kendi özgürlüğünü kazanmasıdır. Yani eskiden korkuyla, alışkanlıkla veya sorgulamadan inan biri artık bilinçli olarak inanır veya inanmaz.
Aslan aşamasına geçen kişi inancını özgür iradesiyle seçer.
Önemli olan dina inanıp inanmamak değil, gerçekten kendi mi seçmiş yoksa başkasının koyduğu kuralları mı takip ediyor.
İkra Kelimesi?
“Oku” sadece yazılı bir metni sesli veya sessiz okumak anlamına gelmez. Kuran’ın ilk ayeti olan bu emir, evreni, hayatı ve kendini anlamaya yönelik kapsamlı bir çağrıdır.
“Oku” derken kastedilen şey belki de şudur: Gözlemle, düşün, anlamlandır ve içselleştir.
- “Oku” – Bilgi edin, anlamaya çalış.
- “Sesli olarak oku” – Bildiklerini paylaş anlat.
- “Araştır, kavra” – Görünenden fazlasını keşfet.
- “İçselleştir, düşün” – Sadece göz gezdirmek değil anlamlandır.
Bu yüzden “ikra” sadece bir metni okumak değil, bir şeyi idrak etmek, anlamlandırmak ve yorumlamak anlamına da gelir.
Peki, ilk vahiy sırasında ortada bir kitap yoktu. O zaman “oku” ne demek?
Ayetin devamı “Yaratan Rabbinin adıyla oku” şeklindedir. Burada insanın yaratılışı, doğa, evren ve kendisi üzerine düşünmesi gerektiği mesajı olabilir. “Oku” derken sadece yazılı bir metinden değil, evreni, hayatı, insanı okumaktan bahsedildiği düşünülebilir.
Bu ağacı ellerimle sallamak isteseydim, gücüm yetmezdi buna. Oysa gözümüzle göremediğimiz rüzgar ona istediği gibi eziyet ediyor. Onu eğip büküyor. Görünmez ellerdir bize en kötü eziyetleri çektirenler, bizi eğip bükenler.
Ancak oku ve yayı olan birisi susup da oturabilir sessizce; yoksa konuşur ve çekişir insan.
Burada güçlü olanın sessiz kalabileceğini, güçsüz olanın ise sürekli konuşarak, tartışarak kendini kanıtlamaya çalıştığını anlatıyor. Oku ve yayı olan kişi, yani savaşa hazır, güçlü ve kendine güvenen biri sessizce durabilir. Çünkü gerektiğinde harekete geçebileceğini bilir. Ama silahsız (güçsüz) biri sürekli konuşarak kendini göstermeye çalışır.
Gerçek güç gösterilmez, gerektiğinde kullanılır.
Hiç de az değildir şeytanlarını kovmak isterken kendi ayaklarıyla gidenler dişi domuzlara.
Münzevi: İnsanlardan kaçan, tek başına yaşamayı seven kişi.
Yalnız kişiyi öldürmek isteyen duygular vardır; öldürmeyi başaramazlarsa eğer, onların ölmesi gerekir! Peki gücün yetiyor mu katil olmaya?
Hiç duydun mu kardeşim “aşağılama” sözcüğünü? Ve seni aşağılayanlara karşı adil davrandığın adaletin verdiği eziyeti?
Seninle alay eden, seni küçümseyen insanlara karşı adaletli davrandığında, aslında içten içe bundan acı çekiyor musun? Onları affetmenin yada görmezden gelmenin seni güçlü kılmadığını aksine bir tür kendi kendine eziyet haline geldiğini mi fark ettin?
Gerçekten adil misin yoksa sadece güçsüz olduğun için affediyormuş gibi mi yapıyorsun? Eğer onları yok edemiyorsan onlara adil davranmak seni gerçekten güçlü mü yapıyor yoksa sadece kendini mi kandırıyorsun?
Bu yüzden fazla mütevazılık yada sürekli geri çekilme kişiyi güçlü değil güçsüz yapabilir. Güçlü insan gerektiğinde savaşmaktan çekinmeyendir.
Bir ejderhanın öldüğü görülmüşmüdür ki bir yılanın zehrinden?
Güçlü bir rüzgardır Zerdüşt, sakın ha tükürmeyin rüzgara karşı.
Cezalandırma dürtüsü olan hiç kimseye güvenmeyin.
Sanki sesleri tahta üzerinde ki tebeşir gibi kulağımı tırmalayan ukalalar.
Düşüncelemin ve sözcüklerimin etrafına çit çekmek istiyorum ki bahçeme domuzlar ve bağnazlar girmesin.
Nietzsche’nin metni bana sadece düşünsel değil, ruhsal bir yolculuk gibi geldi. Kitabın her satırı, kendinle hesaplaşmaya, yüklerinden sıyrılmaya ve kendi değerlerini yaratmaya çağırıyor. Belki de en büyük özgürlük, kendi inancını ve anlamını yeniden kurabilmekte saklıdır.
Bir yanıt yazın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.